Sayın Bakanlar, Türk Konseyi Genel Sekreteri, Büyükelçiler, Türk Dünyası’ndan ve diasporalarından Edirne’ye teşrif eden çok değerli katılımcılar, gözlemci olarak bulunan yerli ve yabancı diplomatlar ve misyonların temsilcileri, Avrupa’dan ve Amerika’dan teşrif eden değerli duayen akademisyenler, hanımefendiler, beyefendiler, değerli medya mensupları, 3. Dünya Türk Forumu’nda birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti dile getirerek sözlerime başlamak istiyorum.
Edirne Valimiz Sayın Hasan Duruer’in ev sahipliği ve yakın ilgisiyle, aynı zamanda Sağlık Bakanı Sayın Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun da teşvik ve ilgisiyle Forum’u Edirne’de gerçekleştiriyoruz. Öncelikle onlara minnet ve şükranlarımızı sunuyorum.
Bunun dışında Dışişleri Bakanlığımız başta olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı, TİKA, Türkiye Belediyeler Birliği, TURSAB, TUROB, TOBB, Trakya Birlik, Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dünyası Belediyeler Birliği, Trakya Üniversitesi, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü gibi birçok resmî ve sivil otoritenin işbirliği ve kurumsal katkıları için de minnet ve şükranlarımızı arz ediyorum.
Son olarak da Forum’un hayata geçirilmesi için yoğun emek sarf eden Dünya Türk Forumu Genel Sekreteri Dr. Almagül İsina Hanımefendi’ye, çok değerli TASAM çalışanlarına ve lojistik destek sağlayan ilgili kurumların çok değerli çalışan ve yöneticilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Çok kırılgan ve türbülanslı bir dönemden geçiyoruz. Bunun içerisinde her ülke ve her toplum gibi Türk Dünyası da çok farklı parametrelerde yaşadığımız gelişmelerden ve türbülanslardan etkileniyor. Bildiğiniz gibi 11 Eylül 2001 süreciyle birlikte çok kutuplu bir dünya şekillenmeye başladı. Yaklaşık 10-12 yıldır bu çok kutupluluk yönetilmeye çalışıldı fakat bu denli benzer teknolojik donanımlara sahip bu kadar fazla güç adayı arasında politika üretmek ve sonuç almak herkes için büyük ölçüde imkânsız hâle geldi. Sürecin büyük ölçüde başarısız olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum.
Son 3-4 yıldır dünyada yeni bir bloklaşmanın hızlandığını görüyoruz. Trans-Atlantik’te ve Trans-Pasifik’te ABD ve AB öncülüğünde yürütülen yeni bir entegrasyon hamlesi var. Bu konunun çok da farkında olmadığımız kanaatindeyim. Özel olarak ilgilenenler varsa ifadelerimi affetsinler. Ama bunu sadece bir serbest ticaret anlaşması olarak görmek gibi bir yanılgıya düşebiliyoruz. AB ile ABD arasında Pasifik’teki geleneksel Batılı veya müttefik ülkeler arasında kurulan bu Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik Ortaklık büyük ölçüde siyasi, ekonomik ve kısmen de askerî entegrasyonu içeriyor. Bu süreç tamamlandığında dünya ticaretinin % 73’ünü kontrol eden bir yapı ortaya çıkacak. Şu an itibariyle de bir yol kazası söz konusu değil.
Bu yeni bloklaşmanın karşısında da kim var diye baktığımızda ise Çin ve Rusya’nın başını çektiği yeni güç adaylarının olduğunu görüyoruz. Bunların arasına görece olarak Hindistan ve Brezilya’yı da dâhil edebiliriz. Dolayısıyla bunun dışında kalan bütün bölgelerin ve ülkelerin bir rekabet alanı olarak şekillendiğini ve bilgelikten uzak yönetim anlayışlarına sahip ülkelerin de hızla kaosa ve istikrarsızlığa sürüklendiğini görüyoruz.
Arap Baharı ile başlayan süreçte henüz istikrara kavuşan bir ülke yok. En taze olarak bildiğimiz uzun süre Rusya ve Batılı ülkeler arasında sıkışmış olan Ukrayna’nın bugün gelinen noktada fiilen bölünmüş olduğunu ve doğusunda adeta bir iç savaşın yaşanmakta olduğunu hep birlikte gözlemliyoruz. Dolayısıyla rekabet edilen ülkelerin - ki bu sayıca dünyanın çok önemli bir kısmına işaret ediyor - istikrarsızlığı kaçınılmaz. Bu istikrarsızlığı önleme noktasında “yönetim anlayışlarımızın bilgeliği” ve “eleştirel düşünce kapasitemizin yüksekliği” gibi iki unsur öne çıkıyor. Eleştirel düşünce kapasitemizin yüksekliği hem kamu, hem özel sektör, hem medya hem de sivil toplum için bilimsel temelli, sürekli ve tükenmeyen inovasyon sağlayan bir anlayıştır. Dolayısıyla nitelik anlamında eleştirel düşünce kapasitemizi çok daha yükseltmemiz gerekiyor.
3. Dünya Türk Forumu böylesine türbülanslı bir dönemde Türk Dünyası’nın ve Türk Diasporaları’nın eleştirel düşünce kapasitelerinin güçlenmesine, ortak vizyon, gündem ve politikalar belirlenmesine katkı sunma amacı taşıyor. Çünkü kimlik alanında yapılan çalışmaların genelde bir çıkmazı var: o da dil, din, tarih ve coğrafya dörtgeni arasında sıkışarak hamasetten ileri gidilememesidir.
Bu yapısal sorunu zaman zaman Türk Dünyası ve zaman zaman da İslâm Dünyası ile ilgili yaşıyoruz. Dolayısıyla dil, din, tarih ve coğrafya tek başına bizi bir yere götürmüyor. Hele içinde bulunduğumuz çağda götürmesi hiç mümkün değil. Bu dörtlüyü bir başlangıç noktası, tarihsel bir eğitim kabul edip ilişkilerimizi “karşılıklı bağımlılık” esasına dayandırarak sektörel, finansal ve stratejik olarak derinleştirmemiz gerekiyor.
Bu anlamda 3. Dünya Türk Forumu’ndaki başlıklar ve alt başlıklar; Türk Dünyası’nın temel sorunlarının çözümüne ve Türk Konseyi’nin resmî gündemine katkı yapacak, sektörel derinleşmeyi teşvik edecek ve bu derinleşmenin nasıl olacağına dair tartışma ve konuşma ortamı sağlayacak şekilde belirlendi. Uzmanların, akademisyenlerin, diplomatların, yerel yönetim - sivil toplum ve medyanın değerli temsilcilerinin katılımıyla bu sürece önemli bir katkı vereceğimizi düşünüyorum.
Politik dehayı destekleyen askerî ve ekonomik güçtür. Bizim de politik deha geliştirme ve iddialı olma konusunda genetik bir özgüvenimiz var. Fakat bu özgüvenin içerisini dolduracak ve bizi güçlü kılacak olanın da ilişkilerde karşılıklı bağımlılık oluşturacak sektörel, finansal ve stratejik derinleşme olduğunu düşünüyorum. Bu hem ülke içi politikalarımız ve ekonomi politikalarımız için geçerli hem de tüm ülkeler arasında sürdürülen politikalar için geçerlidir.
Burada bütün dünyaya dağılmış Türk Dünyası’nın diasporaları da bu anlamda çok büyük bir işlev üstlenebilirler ve üstleniyorlar. Fakat onların da daha fazla derinlik kazanması, daha fazla uzmanlaşması ve ideolojik kavgalardan mümkün olduğunca uzak durarak, iç politik gündemin gereğinden fazla dışarıya taşmasından da kaçınarak daha etkin olmalarının, Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın gelişimine büyük katkı sağlamalarının mümkün olduğunu değerlendiriyorum.
Bir başka açıdan ise Türklük ya da Türk Dünyası’nın diasporalarının konumunun Türk Dünyası’nın referans değerlerinin, kurumlarının ve kişilerinin temsili noktasında önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü tarihsel referanslarımızla oldukça fazla övünen ama bunu kurumsal, kişisel olarak nasıl paylaşacağımız, temsil edeceğimiz konusunda henüz yeterince olgunluk taşımayan bir Türk Dünyası olduğumuzu düşünüyorum. Lütfen affedin, bunu da bir özeleştiri olarak dillendiriyorum. Referans değerleri, kurumları ve kişileri bugünkü çağın gereklerine uygun olarak yeniden yorumlamak, kurumsal ve kişisel olarak yeniden algılamak durumundayız.
Burada TASAM’ın insiyatifi sadece bir adım önde olmaktır. Bütün kurumlarımızın, bütün uzman ve duayenlerimizin, akademisyen katılımcılarımızın burada olan - olmayan hepsinin çok ciddi desteğine ve ilgisine ihtiyacımız devam ediyor.
Tekrar Edirne Valiliği’ne, Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı başta olmak üzere ilgili tüm taraflara ve katılımcılara şükranlarımı arz ediyorum. Bu kadar büyük bir organizasyonda hatalar olmuşsa kendinizi ev sahibi görerek bu hataları düzeltmeye yardımcı olmanızı istirham ediyor, saygılar sunuyorum.
TASAM Başkanı Süleyman Şensoy’un 3. Dünya Türk Forumu Açılış Konuşması | 29.05.2014, Edirne